Yaşamda, tükenmiş bir çocuğa gelecek hazırlamak kadar zor bir ebeveynlik yoktur. Çünkü tükenmiş kişilerin “yaşama sevinci” yoktur. Gelecek yaşamlarını kurgulamaları ya heveslerine göredir ya da rastgeledir. Çözümleri anlıktır. Kendilerine ait olan büyük yaşamın organizatörü gibi değildirler, kısa ve zahmetsiz çözümler peşindedirler.
Bizim Çocuğun İçinden Hiçbir Şey Yapmak Gelmiyor
Her çocuk “yapabilme gücü”ne sahiptir. Çocuk, daha doğduğu ilk günden itibaren bitmek tükenmek bilmez bir merakı ve bu merakı giderecek içsel enerjiyi barındırır. Ebeveyn yorulur, çocuk yorulmaz. İşte bu, çocuğu yaşama hazırlayan büyülü bir güçtür. Okul çağındaki birçok çocukta görülen isteksizlik, tükenmişlik, umursamazlık çocuğun öyle yaratılmasından değil, ona rehberlik eden yetişkinlerin çocuğun içindeki bu “insan olma enerjisini” tüketmesinden kaynaklanır. Çocuğun çevresi “kendini gerçekleştirebilmesine” fırsat veriyorsa ancak böylesi çocuklar güçlü bir kişilik yapısına erişecektir.
Çocuk kendini var olduğu hali ile kabul eden bir çevre içerisinde değilse, çevresinin istediği gibi olmaya mecbur bırakılıyorsa, çocuğun davranışları, duyguları her an denetim altında tutuluyorsa böylesi çocuklarda adım adım umursamazlık baş gösterecektir. Kimi çocuk tükendikçe agresifleşir, hırçınlaşır, memnuniyetsiz bir ruh haline bürünür, kimi çocuk ise daha içten bir ruh çöküşü ile sessizleşir, durgunlaşır. Dışarıdan bakıldığı zaman sanki “akıllı uslu bir çocuk” görünümünde olsa da yıllar sonra, “Ben hiç çocukluğumu yaşamadım ki...” sözünü söylemek üzere hatıralar oluşturmaktadır.
Yaşamda, tükenmiş bir çocuğa gelecek hazırlamak kadar zor bir ebeveynlik yoktur. Çünkü tükenmiş kişilerin “yaşama sevinci” yoktur. Gelecek yaşamlarını kurgulamaları ya heveslerine göredir ya da rastgeledir. Çözümleri anlıktır. Kendilerine ait olan büyük yaşamın organizatörü gibi değildirler, kısa ve zahmetsiz çözümler peşindedirler. Tükenmiş kişiliklerin uzun vadeli geleceği düşünecek kadar umutları yoktur. Bu nedenle çocuğunun gelecekte sırtında kambur olmasını istemeyen ebeveyn, onun içindeki “yaratılış enerjisini” kaybettirmemelidir. Çocuğun içindeki bu heyecan verici kıpırdanışın adı “merak duygusu” ve “taklit hevesi” dir. Merak duygusunun itici gücü sayesinde çocuk evin içinde olan her şeyi öğrenmek ister; sürekli elini çekmeceye atar, dolapları karıştırır, televizyon kumandasına basar, anne babasının çayına şeker atar, kalem tutar, resim yapar, uykusu gelse uyumaz, gözleri kapanırken bile soru sorar; anne babasını tüketir ama kendi tükenmez.
Çocuk “merak” ile yaşar. İçindeki merak duygusuna cevap veren rehber bir yetişkin bulursa insan olmaktan kaynaklanan üstün yeteneklerini bir bir ortaya çıkartabilir. Ancak birçok ebeveyn, belki de kendi tükenmişliğinin bir sonucu olarak çocuklarındaki merak duygularına eşlik etmek yerine onları kontrol altına almayı, kendine boyun eğdirmeyi marifet zannediyor.
Bir çocuğun doğal “öğrenme arzusu” tükenmeye başlarsa, artık ebeveynler çıkmaz bir sokağa giriyor demektir… Zira tükenmişlik başladığında ebeveynlerin zorunlu yaptırım araçları olan ceza ve mükâfatlar da başlar ki çocuk hiç olmazsa o anı kurtarabilsin. Ceza ve mükâfat başladığında ise çocuğun kişilik inşasında zedelenmeler de beraberinde gelir. Merak duygusu çocuğun “doğal” öğrenme motivasyonudur. Ebeveynler bu motivasyonu yok etmekle çocuklarına oldukça zahmetli bir gelecek hazırladıklarını maalesef fark edemiyorlar. Hâlbuki çocuk yaşamı merak duygusu ile öğrenir. Bu içsel bir yol alıştır. Yaşamda karşılaştığı her bir durumu, her bir eşyayı merak duygusu ile anlamlandırmaya çalışır. Her ne kadar yetişkin davranışlarında anlamsızlıklarla karşılaşsak da, çocuk davranışlarının hiçbiri anlamsız değildir.
Örneğin, bir çocuğun televizyon kumandasını karıştırması, yere vurması, televizyona doğru tutması yetişkine “anlamsız” gelse de çocuk açısından oldukça “anlamlı”dır. Çocuk o sırada bir eşyanın işlevselliğini kendi öğrenme yöntemini kullanarak tamamlamaya çalışmaktadır. Çocuğun öğrenmek için gerçekleştirdiği bu mücadele yetişkin tarafından engellenerek (örneğin) elinden televizyon kumandası alınırsa çocuk agresifleşir. Zira öğrenme isteği engellendikçe çocuk agresif olur. Böylesi durumdaki bir çocuğun sergilediği agresiflik bir savunma refleksidir. Çocuk yetişkinin kendisini engellemesine karşı koyar ve öğrenme işlevini tamamlayabilirse rahatlar. Aksi durumda, yani yetişkin çocukla girdiği bu mücadelede “kendi sözünü dinlettirmek” adına çocuğu her defasında bir çaresizliğin içine düşürürse çocukta merak duygusu adım adım kaybolur. Belki yetişkin çocuğa gücünü yetirmekle övünebilir. Sözünü geçirdiği için kendisiyle gurur da duyabilir. Ancak çocuk başladığı bir işi yarım bıraktığı için dikkat dağınıklığına doğru adım adım ilerleyecektir. Zira öğrenmelerin kesintiye uğraması dikkat dağınıklığını doğurur.
Çocukların öğrenme yöntemleri yetişkinlerden farklıdır. Yetişkinler bilmediği bir işi “birisinden yardım alarak” öğrenmeye çalışırlar. Çocuklar ise bilmediği bir şeyi yardım alarak değil, önce kendisi deneyerek öğrenmeye gayret ederler. Eşyayı eline alır, koklar, tadar, yere vurur, onun sesini duymaya çalışır. Öğrenemezse yardım alır. İşte bu şekilde gerçekleşen öğrenme kalıcı öğrenmedir. Çocukta merak duygusu azaldıkça eski coşkulu koşma, bir yerlere tırmanma, görme, tanıma, tatma isteği azalır. Yerini bıkkınlıklar, huzursuzluklar, teknolojik gereçlere bağımlılıklar alır.
Örneğin, sınıf içinde meraklı bir öğrencinin tutumunun öğretmeni mutlu etmesi gerekirken, belki de eğitim sistemindeki çarpıklıktan, bu tutum öğretmenin tepkisini çekebiliyor. Öğretmen çocuğun merak duygusunu söndürmeyi kendine verilen görevleri yapabilmek, sınıfta hâkimiyet sağlayabilmek için bir zorunluluk olarak görüyor Evet, çocuk bir sonraki sefer derste soru sormayarak öğretmenin sınıfa hâkimiyetini kolaylaştırır belki ama çocuğun bastırdığı merak duygusunun sonucunda kaybettiği şey “öğrenme hevesi” dir. Maalesef günümüz eğitiminin temel kaybı budur.
Çocuğun içsel gücünü kaybetmesi durumunda suni bir dış desteğe ihtiyaç duyulacaktır. İşte yetişkini yoran şey de budur. Çocuğun içsel gücünü tüketen yetişkinin, çocuktaki bu gücün yerine kendi zorlayıcılığını yerleştirmeye çalışması, bir süre sonra hem çocuk hem de yetişkin için işkence gibi sıkıntı veren bir duruma dönüşür. Bu durum kanatları kırılıp yapay kanat takılan güvercini uçurmaya çalışmak gibi trajik bir öyküdür aslında. Bu açıdan bakıldığında görülecektir ki çocuk eğitiminin özü çocuğun dünyasını hissedebilmek ve onda zaten var olan potansiyelin kaybolmadan yaşama hazırlanabilmesine rehberlik etmektir.
💢Bir yetişkin kendini çocuk adına geliştirmedikçe kaba bir eğitimciden başka bir şey olamaz. Kaba eğitimci durumundaki yetişkinlerse kendileriyle çocukları arasına belli bir mesafe koyarak buyurucu konumuna geçer. Bunun sonucunda çocuklarından bitmek bilmez beklentileri olan buyurucu konumdaki yetişkin, yerine getirilmeyen beklentileri nedeniyle de sinir krizlerine girer. 🚩Çocuk eğitimine girişen bir yetişkinin ilk hedefi yaşama çocuk gözü ile bakabilecek yeteneğe erişmek olmalıdır. Bu da kişinin kendisinde var olan üstünlük tutkusunu bırakıp, tevazu ile çocuğuna yaklaşması ile mümkündür. Çünkü büyüklük tutkunluğu olan kişilerle çocuk eğitimi olmaz. İşte o zaman bir çocuğun çekmeceleri karıştırmasının şımarıklıktan değil merak duygusundan olduğu görülür. Başka bir çocuğun da yoldaki su birikintisine zıplayarak basmak istemesinin “anne baba sözünü dinlememek” için değil suyun çıkarttığı sese kulak vermek ve kenara doğru sıçrayışına tebessüm ederek bakmak istediği için olduğu görülür.
Adem Güneş/Pedagog-Aile Danışmanı(Bu yazı, yazarın “Duyguda Özgür Davranışta Disiplinli Çocuklar İçin DOĞAL EBEVEYNLİK ” adlı kitabından alınmıştır.)